23 Şubat 2015 Pazartesi

Ailenin korunması programına karşı ailenin kaldırılması programı


GÜNDEM
    Ana Sayfa » 8 Mart » Ailenin korunması programına karşı ailenin kaldırılması programı

    Ailenin korunması programına karşı ailenin kaldırılması programı

    Kriz sıkışması artıyor. Genel seçimler yaklaşıyor. Hükümet, Türkiye kapitalizminin stratejik dönüşüm programı proje ödevlerini pür telaş yetiştirmeye çalışıyor.
    Hükümet 8 hafta boyunca her hafta bir “öncelikli dönüşüm programı”nı daha açıklayacağını duyurdu. “Öncelikli dönüşüm programları” arasında “3. grup ekonomik dönüşüm eylem planları”ndan Kürt müzakere süreci ve Alevilere ilişkin kötü ünlü “demokratikleşme paketleri”ne kadar ne ararsanız var. İlk açıklananlardan biri “Aile ve Dinamik Nüfus Yapısını Koruma Programı” oldu.
    “Aile ve Dinamik Nüfus Yapısını Koruma Programı”, burjuva neoliberal muhafazakarlığın şahikalarından biri. Kadınlar için neoliberal despotik çalışma biçimleri ile neomuhafazakar despotik aile kurumu ve çok çocuk dayatmasını bütünleştirmeye çalışıyor.

    İki ay içinde yasalaştırılacağı belirtilen tasarı:
    1- Kadınların artan çalışma ihtiyacı ve istemini, en düşük ücretli, esnek, güvencesiz çalışma biçimlerine; taşeron, ödünç işçilik, kiralık işçi şirketleri sistemine bağlıyor.
    2- Kadınların daha yığınsal olarak çalışmaya girmesinin, pejmürde erkek egemenliği, cinsiyetçi işbölümü ve aile kurumunun krizini daha da derinleştireceğini, daha da sarsacağını öngörüyor. Böylece, erkek egemenliğini ve aile kurumunu bu yeni durum içinden var gücüyle pekiştirip restore etmeye çalışıyor.
    3- Doğum oranlarındaki tarihsel ve kaçınılmaz düşüş eğilimini, zorla tersine çevirmeye çalışıyor. Çok çocuk doğurup bakmayı adeta dayatıyor. Evcil köleliliğin sahtekarca kutsanması olarak “fedakar ve cefakar annelik” yeniden toplumsal fetiş haline getiriliyor. “Annelik” adı altında kutsanan, gerçekte neoliberal muhafazakar sermaye ve erkek egemenliğidir. “Kadın hakları”, kadın emeği ve yaşamı üzerindeki azami sömürme ve egemenlik hakkı olarak yeniden tanımlanıyor. Kadınların, doğum kontrolü, kürtaj, çalışma hakkı gibi en temel tarihsel mücadele kazanımları pervasızca budanıyor. Kadın hak ve özgürlükleri karşısına, siyasal baskılar kadar “kutsanmış” toplumsal gericilik birikimi ve “meşrulaştırılmış” saldırganlık çıkartılıyor. Toplum cinsiyete göre bölünmekle kalmıyor, kadınlar da kendi içlerinde bölünüp rekabete sürükleniyor. Çocuk yaşta evlenmiş ve çok çocuklu kadın siyasal-toplumsal-ekonomik olarak “itibarlı”, evlenmeyen ya da boşanmış, çocuk yapmayan ya da tek çocuklu kadınlar “itibarsız” addediliyor. Tasarı yasalaşırsa, birinciler hem daha düşük ücretli hem de ücretlerinin bir kısmı devlet tarafından karşılarak esnek ve güvencesiz çalışacağından “daha kolay” iş verilecek, ikinciler daha kolay işten atılacak, dahası kadına yeni bir şiddet ve tecavüz bahanesi haline getirilecektir.
    4- Tasarı, sermaye-hükümet ilişkisinde kimin patron olduğunu da pek güzel sergiliyor. Daha önce “kadın istihdam paketi” olarak gündeme geldiğinde çalışan kadınlar için 24 haftaya çıkarılması tartışılan doğum izni yine 16 hafta olarak kaldı. Sermayeye kreş yapma zorunluluğu getirilmesi tartışması, kreş zorunluluğunun belediyelere devredilmesiyle son buldu. Böylece adeta metozileştirilen muhafazakar nesil imalatına bir halka daha eklenmiş oluyor. Zorunlu kalmadıkça hangi aklı başında çalışan kadın çocuğunu belediye kreşine teslim etmeyi göze alabilir ki? Başbakan “artık çocuklar bize emanet” diyor, biz de “eyvah eyvah!” diyelim. Hükümet, çocuklarını evlendirmek için banka çeyiz hesabında yüzbin lira biriktiren ailelere, 15 bin lira bonus vaat ediyor. Emekçileri boğazından tasarrufa zorlayıp sermayeye yeni yatırım fonu oluşturmak, parasızlık nedeniyle evlenmeyenlerin arttığı koşullarda herkesi daha çocuk yaşlardan itibaren evlilik baskısı ve disiplini ile çalışmaya sevketmek için ne harika bir buluş! Bir de kadınlara çocuk başına bir miktar bahşiş, bir süre de kısmi zamanlı çalışıp “tam” ücret verilecek deniyor. Özel sektörde “üstünü” devlet karşılayacak! Kısmi zamanlı çalışma, kadının zaten sınırlı olan terfi, kıdem, daha iyi işlere geçme olanağını tümden ortadan kaldırıyor. Kadın istihdam teşviki ise asıl patronlara, tam zamanlı çalışan erkek ve kadınları çıkarıp, kısmi zamanlı, güvencesiz kadın çalıştırma teşviki anlamına geliyor. Bir de evlilik danışmanlığı gibi adlar altında, devlet yetkileriyle donatılmış 5 bin kişilik bir nevi aile müfettişleri ordusu kuruluyor. Hergün 4-5 işçinin öldüğü işyerlerinin denetimi için müfettişlik kurumu hem olağanüstü yetersiz hem de yetkisizken, işlevi aileyi korumak, boşanmayı engellemek, çocuk sayısını artırmak olan 5 bin aile müfettişi ve bunlara tanınan resmi ve fiili yetkiler, neoliberal muhafazakar kapitalizmi özetliyor.
    5- Tasarıda, çocuk bakım yükününün kamusal olarak hafifletilmesi, eser miktarda. Kadınların çalışacağı kapitalist işyerlerine bu yönde konulması gereken kamusal yükümlülükler, sıfır. Erkeklerin çocuk bakımını paylaşmaya zorlanması veya özendirilmesi, sıfır. Kadınların çocuk doğurmama veya bakımını tek başına üstlenmeme hakkı, sıfır.
    6- Kadınların çalışması ile çok çocuk apaçık ki bağdaşmayacağından, bunları zorla, kadınları hem işte hem de evde eze eze bağdaştırmak için binbir türlü düzenek kuruyor.
    Sonuç? Tasarı yasalaşırsa kaçınılmaz sonucu, kadınların çifte köleliliğini, kadınlar üzerindeki sömürü, baskı, şiddet, aşağılama ve cinayetleri artırmak olacaktır. Program, evet kadınları çalışmaya teşvik ediyor, fakat kadınların büyük çoğunluğu için çalışarak da ekonomik ve idari özerkliklerini kazanma olanağını tümüyle ortadan kaldırarak. Daha fenası: “Aile yaşamı”nı kadının çalışarak toplumsallaşması temelinde yeniden düzenleyeceği yerde, kadının çalışma hakkını adeta aile ve çok çocuk şartına bağlı hale getiriyor. Kadının çalışma hakkı, aile ve erkek egemenliğinden bir nebze özerkleşmesi değil, aile kurumu ve erkek egemenliğinin, anneliğin bir uzantısı olarak yeniden tanımlanıyor.

    İş ve aile yaşamının uyumlulaştırılması mı?
    İlgili “strateji belgesi”nin merkezinde, küresel mali oligarşik terminolojiyle “iş ve aile yaşamının uyumu” kavramı var. Hükümetin resmi program tasarısının en büyük bölümü, işte bu kavram altında tasnif edilmiş. Kavram doğrudan AB menşeili. Teorisi şundan ibaret: Son dönemlerde özellikle de kadınların daha yoğun ve yığınsal olarak “iş yaşamı”na girmesi ya da girmek istemesiyle, “iş ve aile yaşamı” arasında bir çatışma ortaya çıkmıştır. Bu çatışma kadının işgücü piyasasına girmesini ya engelliyor ya da girdiği durumda işgücü performansını ve doğurganlık oranlarını düşürüyor, aileyi zayıflatıyor. Ne yapalım, kadının yaşamını nasıl daha beter cehenneme çevirelim ki, hem daha ucuz, esnek, güvencesiz biçimde sömürelim, hem de sistemimizin temel dayanaklarından olan aile kurumunu kurtaralım, bize daha da ucuz, esnek, güvencesiz işgücü üretmesini -minimum maliyetle- sağlayalım, vb. AB yönergeleri çerçevesinde, Türkiye’de bu konuda yapılan sayısız akademik iktisadi, sosyolojik, psikolojik vb sözde araştırma var. Hepsi “iş ve aile yaşamı” arasında bir çatışma olduğunu veri kabul ederek başlıyor, bunu doğruluyor, ardından “iş ve aile yaşamının uyumlaştırılması, dengelenmesi, entegrasyonu…” gibi adlar altında, AB yönergelerini meşrulaştıracak benzer öneriler getiriyor: Kadınlara kısmi zamanlı, esnek, güvencesiz çalışma, ailenin korunması, çocuk yapma teşvikleri, vb.
    Daha ciddi araştırmalar ise, AB ülkelerinde yıllardır uygulanan “iş ve aile yaşamı uyumu” programlarının, özellikle çalışan anneler üzerinde yıkıcı sonuçlarını ve muhafazakarlığı artırıcı etkisini apaçık sergiliyor. Kadın haklarının Türkiye’den bir iki gömlek ileri olduğu, erkeklerin çocuk bakımını ola ki ucundan bir nebze paylaştığı Avrupa’da durum buysa… Bu programın Türkiye’de kadınlar üzerindeki ezici sonuçlarını öngörmek zor olmasa gerek.
    Burjuvazinin ultra pozitivist sosyolojik “iş ve aile yaşamı çatışması”nı biraz deşelim.
    İlk elde, herkesin zaten gördüğü ve deneyimlediği biçimde, özellikle de kadınlar için, “iş ve aile yaşamı arasında” bir bağdaşmazlık olduğu doğrudur. Burjuva neoliberal muhafazakar ideoloji, bu ilk eldeki olgusal çelişkiyle yetinip arka planındaki, kapitalizmin daha derin çelişkileri saklıyor ki, “iş ve aile yaşamını” zorla, kadınları eze eze uzlaştırma programlarını meşrulaştırabilsin. Öyleyse bu ilk eldeki olgusal çelişkinin arkasındaki asıl büyük çelişkilere doğru ilerleyelim.
    “İş ve aile yaşamı arasındaki çatışma”nın arka planında, cinsiyetçi tahakküm, işbölümü ve eşitsizlik ilişkileri vardır. Yani kadının gerçek özgürlüğü ile erkek egemenliği arasındaki çelişki. Bu bir.
    Daha derinde ise, kapitalizmde üretim ile insanın kendisinin üretilmesi ve yeniden üretilmesi arasındaki çelişki vardır. Bu da toplumsal üretici güçlerin gelişimi ile mevcut üretim ve yeniden üretim ilişkileri arasındaki bağdaşmazlığın bir ifadesidir. Aile ve eğitim kurumları, üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin bileşeni olarak, üretici güçlerin gelişiminin engelleri arasında yer almaktadırlar. Rejim, aile, eğitim kurumlarının sarsıntıları ve krizinin en temelinde bu vardır: Üretimin toplumsallaşmasına karşılık burjuva biçimi çelişkisi.
    Biz komünistler, toplumsal üretici yetilerin gelişmesinin engeli haline gelmiş her türlü toplumsal ilişki biçimi; kapitalist üretim ve egemenlik ilişkileri, eğitim, aile, din, işbölümü dahil, yıkılmalıdır deriz. Çünkü hem toplumsal emek üretkenliğinin her zamankinden hızlı ve özgürce gelişmesi, hem de asıl insanın çok yönlü ve özgür gelişimi; insanlar arasında tam eşit ve özgür ilişkilerinin kurulabilmesi, ancak böylelikle mümkün olur.
    Kapitalistler ise ne der? Mademki aile ve eğitim mevcut biçimiyle sermaye birikimimizin engeli haline geldi, onları ortadan kaldırmak ne kelime, sermaye birikiminin engeli olmaktan çıkarıp yükselticisi haline getirecek biçimde güçlendirerek restore edelim. Böyle derler, çünkü aile ve eğitim, neoliberal kapitalist üretim ilişkilerinin (neoliberal sermaye birikim ve egemenliğinin) olmazsa olmaz bileşeni, kapitalizm için önemi giderek artan kaldıraçlarıdır. Yaptıkları da aile ve eğitim kurumlarını neoliberal muhafazakar temelde yeniden düzenleyerek, pekiştirmeye çalışmaktan ibarettir. Aileyi ne kadar kutsal halelere sarıyorlarsa, o kadar işgücünün ucuzlatılması, daha ucuz işgücü üretilmesi kurumuna indirgeyip çözen zaten kendileridir. Kaldı ki cinsiyetçi işbölümü ve kadının köleliği kurumu olarak aile, uzlaşmaz iç çelişkilerinin gelişip şiddetlenmesi temelinde, mutlak değil, geçici, ölmeye mahkum bir kabuktan ibarettir. En sonu, bu bilgilerle başa dönersek, “iş ve aile yaşamı arasındaki çatışma”, en derindeki temelinde, üretimin toplumsallaşmasıyla işgücünün özel üretimi ve yeniden üretimi arasındaki çatışmanın ifadesidir.
    “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” ya da “İş ve Aile Yaşamını Uyumlulaştırma Eylem Planları”, bu sınıfsal-toplumsal-cinsel çelişkilerinin ne kadar bastırılırsa, o kadar şiddetlendirilmesinden ibarettir. Engels’in sözleriyle: Her büyük toplumsal sarsıntı, gelişen toplumsal ihtiyaçları karşılayamadığı gibi, engeli ve bastırıcısı olan toplumsal kurumlardan -ki burada aile kurumundan bahsediyoruz- kaynaklanır. Bu ihtiyaç, belli bir anda yaygın olarak bilince çıkmamış olabilir, ama her türlü baskı (ve zorla uyumlulaştırma çabası) bu ihtiyacı daha da şiddetlendirmekten başka bir şey ifade etmez.
    “İş ve aile yaşamı” arasındaki bağdaşmazlık, ancak çalışmanın kar ve ücretli kölelik, insanın üretimi ve yeniden üretiminin ise aile cenderesinden kurtarılmasıyla ortadan kaldırılabilir.

    YORUM YAZ

    Girdiğiniz e-mail adresiniz yayınlanmayacaktır. lütfen zorunlu alanları doldurunuz *
     *